Sanatın Göçü projesi kapsamında yine bir ressamın hikâyesine şahitlik ettik. Halep’te Güzel Sanatlar eğitimi alan Ahmad Haj Omar ile ön görüşme yapmak amacıyla çekim gününden iki gün evvel yönetmenimizle birlikte evine misafir olduk. Yağmurlu bir günün akşam saatlerinde Ahmad’ın Feriköy’deki evine doğru yola çıktık. Ahmad’ın evine vardığımızda loş, sarı bir ışıkla aydınlanan küçük bir salonda kısık ve hoş bir müzik sesi eşliğinde muhabbet edip onu tanımaya çalıştık. Muhabbet devam ederken bir yandan Ahmad’ın salonunun duvarlarında asılı bulunan tablolarını inceledik.
İnsan yüzlerinin ve gözlerin ön planda olduğu resimlerin çoğuna hüzün ve burukluk hakimdi. Ahmad’ın resimleri bize Norveçli ekspresyonist ressam Edward Munch’un Çığlık tablosunu anımsattı. Munch’ın tablosu varoluşsal ıstırabın resmi olarak kabul edilir. İngiliz sanat tarihçisi Jill Lloyd Çığlık’ın başarısını şu cümlelerle ifade eder: “İnsanın, 19. yüzyılda o ana kadar kendisini rahatlatmış olan kesinliklerden arınmasını ifade eder: Artık ne Tanrı ne gelenek görenek ne de alışkanlıklar vardır; anlamadığı bir evrenle karşı karşıya olan ve onunla ancak panik duygusuyla ilişki kurabilen, varoluşsal bir kriz halindeki zavallı insanın kendisi sadece.” Ahmad’ın tablolarındaki yüzler de yaşamı anlamlandıramayan, yaşadığı evrenle derin bir bağ kuramayan, düşünceli ve acı çeken insanlara ait gibi.
Bu tanışma neticesinde Ahmad’a yöneltilecek sorular ve çekim planı yönetmenimiz tarafından hazırlandı ve iki gün sonra çekim için ekibimizle birlikte Ahmad’ın Feriköy’deki evine doğru yola çıktık. Sanatçının aynı zamanda atölye olarak kullandığı salonunda ekipmanlarımızı hazırlayıp çekime başladık. Çekim sırasında Ahmad okaliptüs yağı damlattığı buhurdanlığın mumunu yakarak ortama hoş bir atmosfer kazandırdı. Savaş başladıktan sonra resim yapmaya başlayan Ahmad Haj Omar, eserlerinde savaşın etkisiyle değişen insan yüzlerini resmediyor. Bu önemli ayrıntı Ahmad’ın resimlerindeki yüzlere baktığımızda neden ıstırap hissinin aklımıza geldiğinin yanıtı oluyor. Savaşla birlikte insanların hem psikolojisinde hem de yüzlerinde önemli değişimlerin yaşandığını gözlemlediğini söyleyen Ahmad, çalışmalarının bu değişimlerin bir yansıması olduğunu ifade ediyor.
Ahmad Türkiye’ye geldikten sonra da ilhamını yine yüzlerden ve tabiattan almaya devam etmiş. Bu nedenle İstanbul’da en sevdiği yer İstiklal Caddesi. İstiklal Caddesi’nde yürürken birbirinden farklı insan yüzlerini gözlemleme imkânı bularak bu yüzlerden ilham alıyor. Ahmad ilham kaynağı konu olunca hislerini şöyle anlatıyor: “Asıl ilham kaynağım kendi duygularım. Benim duygularımla birlikte karşımdaki insanın bende hissettirdikleri. Yakınlarımın, arkadaşlarımın yaşadıkları ve bunların bende bıraktığı hisler benim ilham kaynağım. Suriye’deki insanlar hüzünlüydü buraya gelince farklı duygularla da karşılaştım bu da sanatımı ilerletti.” Ahmad’ın tablolarına baktığımızda yüzlerin yanı sıra gözlerin de oldukça ön planda olduğunu görüyoruz. Bunun nedenini sorduğumuzda gözlerin duyguyu en iyi aktaran uzuv olduğunu bu nedenle eserlerinde gözlere sıklıkla yer verdiğini ifade ediyor. Gözlerin anlamını ifade eden kendi kültürüne ait bir atasözünü de bizlerle paylaşarak resmettiği gözlere bakışımızı da anlamlı hale getiriyor: “Sözler gözlerin kepçesidir.”
Ahmad’ın resimlerinde kullandığı renkler oldukça dikkat çekici. Her ne kadar resimlerinde hüzün ve keder duygularını anımsatan insan yüzlerine yer verse de bu yüzleri canlı renklerle ifade diyor. Renkler, renklerin kullanımı ve birbiriyle uyumuna dair kitaplar okumayı ve bunları eserlerinde uygulamayı sevdiğini ifade ediyor. Eserlerini oluştururken farklı bir teknik kullanan Ahmad, eliyle çizdiği resimlerini tarayıp telefon üzerinde de ayrıca çalışıyor. Bazı eserlerinde ise çekmiş olduğu fotoğraf üzerine dijital olarak eklemeler yapıyor.