İbrahim Alhassoun 2014 yılında Suriye’den Türkiye’ye göç etmiş, kâğıt ve tuval üzerine yağlı boya ile karışık teknikler çalışan bir ressam. Türkiye’ye geldikten sonra farklı şehirlerde ve sanat merkezlerinde sergiler açma imkanını elde eden İbrahim Bey, atölye olarak kullandığı evinin bir odasında yapıyor resimlerini. Türkiye’ye göç ettikten sonra sanat anlayışı da değişime uğrayan Alhassoun’un resimlerinde açık tonların yerini siyah ve koyu renkler almaya başlamış.
İbrahim Bey’in atölye olarak kullandığı odanın köşelerinde sarılı halde duran onlarca resim var. Duvarda asılı duran ve odanın köşesinde açık bir şekilde kurumayı bekleyen tabloların çoğunda kuşları ve çocukları resmediyor. O, yeryüzünün de tıpkı tablolarındaki kuş sürüleri gibi göçmelerle dolu olduğunu ifade ederek hikayesini anlatmaya çalışıyor. Tablolarındaki kuşların göçü, kaçışı ve göç eden insanları simgelediğini ifade ediyor. Gökyüzü sıkış sıkıştır ama yine de kuşlar gökyüzüne sığarlar.
İbrahim Bey, göç tecrübesinin ortaya çıkardığı olumsuzlukları renklerin ve tuvalin yardımıyla bir sanat eseri haline getiriyor ve bir karşı yazgı sunuyor. Bu yönüyle sanat, İbrahim Bey’in gerçekliği özgün bir biçimde yeniden yaratmasına olanak tanıyor. Ona göre resim yapmanın edebiyat gibi net bir tarifi olmasa da bir tablo boşluklardan, çizgilerden ve renklerden oluşur.
Ona savaşı hatırlattığı için resimlerini şövale kullanmadan yerde yapan İbrahim Alhassoun, tablolarında aynı zamanda savaşın etkilerine karşı en korunmasız konumda olduklarını düşündüğü çocukları resmediyor. İstanbul’da Bağımsız Sanat Vakfı aracılığıyla “Kaldırımda Çocukluk” adında açtığı sergi de bu tür resimlerden oluşuyor. Sanat eserini bir harekete geçirme çağrısı olarak gören Alhassoun, bu serginin dünyaya insani bir mesaj sunduğunu belirtiyor. Sergide yer alan eserler Suriye'de ailesini, iyi bir eğitim alma hakkını ve yaşama hakkını kaybeden çocukları görmesinden sonra doğuyor. Kendisi de üç çocuk babası olan Alhassoun, Türkiye’ye çocuklarının iyi bir eğitim almalarını ve iyi birer insan olarak büyümelerini istediği için göç ettiğini ifade ediyor. Savaş sırasında atölyesini ve akrabalarını kaybedince bu yaşadıklarını sanatı aracılığıyla anlatmaya çalışıyor. Bu sayede belki de sanat onun için bir tedavi yöntemi haline geliyor.
İbrahim Bey, eserleri hakkında konuşmaktan pek hoşlanmıyor. Sanatçılar ortaya koymuş oldukları eserler ile bir dil inşa ettiklerini ve bu eserler üzerine konuşmanın gerekli olmadığına inanıyor. İbrahim Bey de sanatı aracılığıyla inşa ettiği dil aracılığıyla duygularını, tecrübelerini ve göç deneyimini anlatmaya çalışıyor. Kuşlar ve çocuklar da onun inşa ettiği bu dil içerisindeki imgeler. Muhataplarından da kendilerini yalnızca eserlerini görerek, onlara bakarak ve kullandığı bu imgeler üzerine düşünerek anlamasını istiyor.