Hüsn-ü hat sanatı için kullanılan “cismani aletlerle meydana getirilen ruhani bir hendese” tanımı, Halepli hattat Mohamad Imad Mahouk’un içsel dünyasının bir yansıması olan sanat yolculuğunu tarif etmek için de kullanılabilir. Mahouk’un hayat hikayesi ve bu hikâyeye dahil olan sanat yolculuğu onun sanatını yalnızca cismani aletler ile icra edilen bir uğraşın ötesine taşımaktadır. Hali hazırda hat sanatının kendine has olan bu cismaniliğin ötesinde olma hali, hattat Mahouk’un derin iç dünyasıyla birlikte farklı bir hüviyet kazanmıştır.
Hattat Mohamad Imad Mahouk, 1959 yılında Halep’te dünyaya gelir. Eğitimini Halep Üniversitesi Nükleer Fizik bölümünde tamamlayan Mahouk’un hat yolculuğu hattat olan babasından etkilenmesiyle başlar. Üniversiteden mezun olmasının ardından 1990 yılında İstanbul’a gelerek Süleymaniye Kütüphanesi’nde el yazması eserlerin restorasyonu üzerine diploma alır. Bu eğitim vesilesiyle altın değerinde yazma eserleri görme imkânı elde ettim diyen Mahouk, aynı yıl hattat Hasan Çelebi’nin sülüs derslerine katılır. Çelebi’den yalnızca hat sanatını değil, bir hattatın ruhunu ve kişiliğini öğrenir Mahouk. Arap dünyasının önemli hattatlarından da farklı yazı türlerinde dersler alır. Kûfi hattı alanında uzmanlaşır ancak farklı yazı teknikleri de kullanmaya devam eder.
Ülkesinde yaşananlar sebebiyle doğup büyüdüğü şehir olan Halep’ten ayrılarak 2013 yılında İstanbul’a yerleşir hattat Mahouk. Halep’ten ayrılmak onun zihin dünyasında derin etkiler bırakır. Bu etkileri belki biraz olsun anlatabilmek için Halep’ten ayrılmadan önce yaptığı son eseri “Halep: Sonsuz Aşk” tablosuyla şehrinde geçirdiği son günlerini sabitlemeye çalışır. Bu eserde Halep kelimesi dört kere tekrarlanır ve dört açı Doğu-Batı, Kuzey-Güneyi temsil eder. “Evimin anahtarı”, “kimliğim” kelimeleriyle anlattığı bu eser onun için kilometrelerce uzaktaki evine açılan bir kapıdır. Sanatçı yaşamak durumunda kaldığı gerçekliği yadsımayarak ama ona tam anlamıyla bağlı da kalmayarak kendisi için bir kapı aralıyor bu eserle. O hayatın kendisine sunduklarıyla yetinmeyerek ona bir şeyler katan ve bunu da cismani aletler kullanarak oluşturulan ruhani bir sanat olan hat ile yapar. Mahouk kendisi gibi böylesi içsel derinliğe sahip göçmen sanatçıları tam da bu şekilde tanımlıyor. “Onlar hayata bir şeyler ekleyen ve yaşamayı hak eden insanlar.”
Üniversitede aldığı eğitimin de katkısıyla matematik, fizik ve geometriyi de sanatına dahil ederek kendine has bir üslup ortaya koyar. Onun eserlerine baktığınızda geometrik şekilleri andıran bir forma sahip olduğunu görürsünüz. Şekiller ve renkler bir araya gelerek karşıdakine bir şeyler anlatmaya çalışır adeta. Aynı zamanda Mahouk’un tablolarında mavi rengin ağırlıkta olduğu fark edilir. Mavi renk ona rüyayı hatırlattığı için eserlerinde bu rengi sıklıkla kullanır. Ona göre tablo bir rüyadır ve mavi renk ona rüyayı anımsatır. Elif’i onu gökyüzüne ulaştıran bir merdiven gibi hayal ederek daha çok uzattığını ve harflerle yıldızları kucakladığını ifade eder. Mahouk da diğer pek çok sanatçı gibi gerçekliğin sıradanlığına ve renksizliğine sanatı ile karşılık verir. Gerçeklikten kopmadan, hatta çoğu zaman ondan beslenerek gerçekliğe muadil eserler ortaya koyar. Bu eserler onun için özlemini duyduğu şeylere açılan bir penceredir. Hat sanatı Mahouk için yalnızca bir vazife ve uğraş değil. O, sanatını kendisini Allah’a ulaştıracak bir yol olarak görüyor.